Hal böyle iken bugün “safa” deyince çoğu insanın nefsanî bir hazzı, zevki yahut eğlenceyi kastettiği de bir vakıa. Tasavvurlarımızdaki kaymanın, neyi yitirdiğimizi, yerine neyi ikame ettiğimizi gösteren çok önemli bir değişim bu. “Safa sürmek, zevk ü safa içinde yaşamak” deyimleri süflî bir konforu anlatıyor şimdilerde. Safa gitmiş, yerine sefahat gelmiş. Dolayısıyla dostluk, sevgi, merhamet, himaye gitmiş; birbirinin kurdu olan insanlar peyda olmuş.
“Safa vereni al, keder vereni bırak” manasıyla tasavvufî bir yönlendirmeyi ifade eden ve Arapça bir kelam-ı kibar olan “huz mâ-safâ, da’ mâ-keder” sözü hayli zaman önce işret meclislerine düşmüş. Fakat öte yandan safa bulmak adına hiçbir şeye aldırmayıp hayatın tadını çıkarmak üzere zevk ve eğlence peşinde koşanlar dünyevî ölçekte dahi huzur ve mutluluk bulamamışlar. Böyle bir anlayışın hoşnutluk getirmesi mümkün değil çünkü. Ahmaklıktan, akledememekten kaynaklanan ölçüsüz ve manasız bir eğlence düşkünlüğü demek olan sefahat huzur getirmez. Sefahati artanın dünyaya bağlılığı artar, ölüm korkusu büyür; bu korku her türlü lüks ve eğlenceye rağmen hayatı zehir eder insana.
Dünyadaki safa ve huzur, nefsin hevasını tatmin için koşturmakla değil, ölüm sonrasına hazırlanıp ölüm korkusundan sıyrılmakla temin edilir. Kaldı ki mümin, ölümün bir tasfiye olduğunun farkındadır. Azrail mümine hoş gelmiş, safa getirmiştir. “Safa getirdin”le hoşça karşılanan bir ölüm, safa bulduran bir ölümdür.
Eskisi gibi yeniden safalar getirip safalar bulmak, hakikaten safa sürmek istiyorsak eğer, safa tasavvurumuzu tasfiyenin vaktidir.

Leony Li
By
Published: 2014-12-21T08:32:00-08:00
Safadan sefahate
By
Published: 2014-12-21T08:32:00-08:00
Safadan sefahate

 




 
         
 
 
 
 
