Modern özgürlük kavramının üç sacayağı
Modernitenin özgür bir toplum üretme projesi, tam da bu noktada büyük bir fiyasko olarak çıkar karşımıza. Dinden (yani Hıristiyanlık’tan ), gelenekten ve tarihten bağlarını kopartıp kendini hür ve bağımsız ilan eden Aydınlanma düşüncesi, bireysel aklın önderliğinde ve pozitif bilimin tek yol gösterici olduğunu söyleyerek rasyonel bir toplum yaratacağına ve özgürlüğün önündeki bütün engelleri kaldıracağına inanıyordu. Bunun üç önemli sacayağı olacaktı: Ekonomide rasyonel tercih ve serbest piyasa modeli, siyasette liberal demokrasi, felsefede rasyonalizm…
Serbest piyasa ekonomisi olarak sunulan çağdaş kapitalizm, aslında rekabetten nefret eden bir sistem. Adil şartlarda rekabetin yerine ikame edilen şey, uluslararası büyük şirketler ve onların dünya ekonomi pastasından aldıkları aslan payı. Bu ekonomik sisteme yön veren şey, adalet, eşitlik ve dolayısıyla ekonomik özgürlük değil, kâr hırsı. Bugün gelişmiş ya da gelişmekte olan hiç bir ülke ekonomik bağımsızlığa sahip değil. Doğudan batıya hepimiz ekonomik imparatorlukların vereceği kararlara göre yaşıyoruz.
Siyaset alanında liberal demokrasi bir ideal olarak sunuluyor. Bu modelin insanın özgürleşmesini sağlayacağı ve siyasi baskı mekanizmalarını ortadan kaldıracağı öngörülüyor. Bunda doğruluk payı olmakla beraber, liberal demokrasiyle gelen değer yozlaşması, özellikle İslâm ülkelerini dünya pazarlarına açmaya yarıyor. Aynı siyasi sürecin bir parçası olarak geleneksel kurum ve değerler her gün biraz daha aşınıyor. Toplum ve bireylerin kendi kimliklerine olan inancı zayıflıyor. Özgürlüğü batılılaşmada görenler, nasıl bir gönüllü kölelik fermanının altına imza attıklarını fark edemiyorlar.
Düşünce alanında rasyonalizm, modern özgürlük kavramının üçüncü sacayağı olarak takdim edilegeldi . Buna göre insanın kendi bireysel aklıyla hareket etmesi, özgürlüğün birinci şartı. Toplumun, tarihin yahut dinin otoritesine karşı bu hakkı kullanmak gerekiyor. Aksi halde insanlığın “binlerce yıllık dogmatik uykusu”ndan uyanmasının mümkün olmayacağı söyleniyor. Dinî ve ahlâki değerleri reddetmek, sanat yahut tüketim adına meşru görülüyor.
Oysa bu özgürlük tanımının altında yatan enaniyet duygusu yeni bir kölelik ilişkisini ele veriyor. Kendini tanrısal güçlerle donanmış olarak gören birey, artık kendine tapmaya başlıyor. Kendi hevâsını ilâh edinen kişi, tıpkı uyuşturucu bağımlısı kişi gibi, özgürce hareket ettiğini ve mutlu olduğunu zannediyor. Ama neticede o kişi uyuşturucunun kölesi haline gelmiştir. Üstelik bu bağımlılık ondaki insan olma sıfatını ortadan kaldırıyor.
Yaşadığımız dünyanın maddi şartlarına baktığımızda, yukarıdaki üç idealin de gerçekleşmediğini görüyoruz. Özgürleşmenin bir şartı olarak bireyciliği savunanlar dahi, bugün modern ekonomik ilişkilerin insanların bizatihi varlıklarını tehdit altına alan bir dereceye ulaştığını itiraf ediyorlar. Teknolojideki baş döndürücü gelişmeler, milyarlarca insanın hayatını doğrudan etkileyen ve bizim hiçbir dahlimizin olmadığı ekonomik kararlar ve kitlelerin imhasıyla neticelenen savaşlar karşısında modern bireyin özgür olduğunu ileri sürmek, tam bir safdillik olur.
Böyle bir dünyada bireyciliği savunmak tek çıkış yolu gibi görülebilir. Zira devletin, ekonominin, siyasetin ve toplumun sahip çıkamadığı birey, bir yerde kendi kendini korumak zorunda. Fakat bu tip bir bireycilik, en nihayetinde kendi sonunu getiren bir serüven olmak zorunda. Zira hiçbir insan, yaradılışı gereği, tek başına yaşayamaz. Biz, ancak ‘öteki’ ile varolan varlıklarız.
Bu yüzden bizim geleneğimizde insanlığın yaradılış tarihi iki kişiyle, yani Hz. Adem ve Hz. Havva ile başlar. “Benden sonra tufan” sözü bizde bir erdemi değil, bir düşüklüğü ve istikamet kaybını ifade eder. Biz, atomize olmuş bir dünyanın acımasız bireyleri değil, bir ümmetin bilinçli ve asil fertleri olarak varız.

Leony Li
By
Published: 2014-11-25T14:27:00-08:00
Modern özgürlük kavramının üç sacayağı
By
Published: 2014-11-25T14:27:00-08:00
Modern özgürlük kavramının üç sacayağı