Din karşıtlığı olarak özgürleşme

Tarih 26 Kasım 2014 Çarşamba | 11:40


Ortaçağlara hem dinî hem de siyasi açıdan damgasını vuran Katolik kilisesi, Avrupa’daki hayatın her alanına hükmeden bir kurum idi. Kilisenin kendini mutlak hakikatin yegane ölçüsü ve temsilcisi olarak görmesi, özgür düşünce talebinde bulunan düşünür, şair ve bilim adamları için kabul edilemez bir durumdu. Bilim ve felsefe alanında 16 ve 17. yüzyıllarda yaşanan köklü değişiklikler sonucunda Kilise’nin eski otoritesi kesin bir şekilde sarsıldı.
Bu dönüşüme ayak uyduramayan Katolik Kilisesi bazen baskı yoluna başvurdu, bazen de hadiselere boyun eğmek zorunda kaldı. Avrupa’nın siyasi ve kültürel tarihine bin yıldan fazla bir süre damgasını vurmuş bir kurumun, Avrupa kıtasının sekülerleşmesi karşısındaki acziyeti gerçekten incelenmeye değer bir konu.
Fakat bizim açımızdan önemli olan husus şu: Bu sekülerleşme sürecinde özgürlük, Katolik Kilisesi’nin mutlak otorite olma iddiasına karşı verilmiş bir mücadele idi. Kilise, dogmatikliği ve irrasyonelliği temsil ederken, Kilise’nin karşısında duran çevreler, aklı, bilimi ve özgürlüğü temsil eder hale geldiler. Yani Katolik Kilisesi’ne karşı olmak, Batı Avrupa’daki özgürlük mücadelesinin birinci şartı haline geldi. Aydınlanma Çağı olarak da bilinen 17 ve 18. yüzyıllarda, bir tarafta özgürlüğü savunmak öte tarafta Kilise’ye sahip çıkmak, artık imkansız bir şeydi.
Fakat bu süreç burada sona ermedi. Kilise’ye duyulan tepki, zamanla dinin kendisine duyulan bir tepki haline geldi. Yani din, özgürleşmenin önünde duran bir engel olarak anlaşılmaya başladı. Gerçi şunu hemen belirtmek gerekiyor: Modern Avrupa düşüncesinin kurucusu olan Aydınlanma düşünürlerinin hepsi bir Allah inancına sahiptiler. Üstelik onlar, sorunlarının Allah ve din ile değil, onların kurumsal temsilcisi olan kilise ile olduğunu her fırsatta dile getiriyorlardı. Fakat neticede Batı medeniyetinin modern dönemdeki özgürleşme mücadelesi, dinden özgürleşme olarak ortaya çıktı. Yani, Avrupa’nın modern dönemdeki özgürleşme mücadelesi, sekülerleşme süreciyle atbaşı gitti.
Bu noktayı görmezden gelen pek çok kişi, İslâm ülkelerindeki özgürleşmenin de benzer bir sekülerleşme süreciyle mümkün olacağını düşünüyor. Onlara göre sorun, Katolik kilisesinde değil, dinin kendisinde. Oysa İslâm’ın din ve medeniyet geleneği, kilise gibi bir kurum üretmediği için, böyle bir benzetme yapmak daha baştan yanlış.
Dahası, İslâm inanç sistemi özgür olmayı, inanmanın birinci şartı olarak görüyor. Hür olmayan bir kişi, Allah’a ibadet edebilmek için önce kendi özgürlüğünü elde etmek zorunda. Aksi halde o kişi dinen, eksik kalmış olur. İslâm toplumlarının tarih boyunca işgalci güçlere karşı amansız bir mücadele vermesi, bu dinî bilincin bir tezahürüdür.
Fakat özgürlük sadece işgalci bir güç karsısında bağımsız olmayı ifade etmiyor. Özgürlük, özünde, değer-merkezli bir kavramdır. Yani kökleri, manevi özgürlüğe giden bir duruş biçimidir . Özgürlük, beşerin insana dönüşmesinin önündeki engellerden kurtulmak demek. Özgür kişi, varlığın maddi kayıtlarının üstüne çıkabilmiş ve bu yüzden de ona hükmedebilen insanı ifade eder. Aksi halde özgürlüğü daha fazla tüketim ve tasarruf hakkı olarak tanımladığımızda, kendimizi farklı kölelik ilişkileri içinde buluruz.
Din karşıtlığı olarak özgürleşme
Leony Li
By İnsan Alemi
Published: 2014-11-26T11:40:00-08:00
Din karşıtlığı olarak özgürleşme
4.5 11 reviews
Yayıncı:
Artikel Terkait:
PAYLAŞMAYI UNUTMAYIN: Facebook Twitter Google+ Linkedin Technorati Digg

Bengkalis Pos

HAKKIMIZDA

Bengkalis Pos adalah Portal berita sajian khusus untuk pembaca yang kami kutip dari berbagai sumber berita, Masukan Email anda di bawah ini untuk mengikuti berita terbaru kami atau ikuti Facebook dan Twitter kami dengan klik Ikuti dan secara otomatis anda akan mendapatkan Update berita terbaru kami.

YENİ HABERLER close button
Back to top

Sen ne düşünüyorsun?
 
Telif hakkı © 2023. İnsan Alemi