Pages

30 Ocak 2015 Cuma

TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI GERÇEĞİ

Bütün kâğıt paraların üzerinde, “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” yazıyordu. Dikkat edin; “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası” değil, “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” !!!
İlk önce, bir baskı hatası olduğunu düşündüm. Ama, hepsi de hatalı olamazdı ya. Gerçekten hata değilmiş. Bu durum, Merkez Bankası’nın tarihsel gelişimi ile ilgiliymiş.
Merkez Bankası, 1930 yılında çıkan bir kanunla karma yapıda bir anonim şirket olarak kurulmuş. Banka kurulduğunda devletin payı sadece %15 imiş ve ilk isminde “Türkiye” ibaresi de yokmuş.
Banka kurulduğunda, hisseleri halka ilân ile satılan, çok sayıda yerli ve yabancı ortağı olan karma yapıda bir anonim şirket görünümündeymiş. Bankanın adına “Cumhuriyet” kelimesi, o zamana kadar para basma hakkını elinde bulunduran Osmanlı Bankası’ndan farklı olduğunu ve Cumhuriyet döneminde kurulduğunu göstermek için konulmuş.,
Anlayacağınız ilk kurulduğunda “Cumhuriyet Merkez Bankası” imiş. “Türkiye” ibaresi çok sonradan eklenmiş!
Ne var ki devlet payının sadece %15 olması ve karma yapıda bir anonim şirket özelliği taşıması dolayısıyla, bankanın adında yer alan “Cumhuriyet” kelimesine devlete aidiyetini gösteren “İ” harfi ilâve edilmemiş.
Sizin anlayacağınız Merkez Bankası, Türkiye Cumhuriyeti’ne ait değil. Türk Liralarını basıyor ama Türkiye Cumhuriyeti’ne ait değil. Karma yapıda, bir anonim şirket.
İLK ORTAKLARI KİMDİ?
1930 yılında devlet payının sadece %15 olduğu Merkez Bankası’nda, başka pay sahipleride varmış. Merak ettim, geri kalan %85 pay acaba kimlere aitti? Hepsi yerlimiydi, yoksa yabancılarda var mıydı aralarında? Eğer varsa bu yabancılar hangi ülkenin vatandaşlarıydı ve hangi dine mensuptular? Uzmanlar, orada kal demişlerdi. Kalmıştım ama sormuştum, devlet payı hâlâ aynı oranda mı? Öyle ya hala Cumhuriyeti değil, Cumhuriyet yazıyor banknotların üzerinde. Hayır, demişti uzmanlar. Gerçi anonim şirket olma özelliği aynen devam ediyor ama, devletin payı epey yükseldi! %51’i Hazine’nin, %21’i de Ziraat Bankası’nınmış. Geri kalan %28 kimin?
Dedik ya Anonim.Yani, irili ufaklı herkesin payı var vede Merkez Bankası’nın kararlarında az veya çok, bu ortaklar da söz sahibi. Dolayısıyla %51 payı olmasına rağmen, tek başına hazinenin sözü geçmiyor, geçemiyor geçirtmiyorlar !!!
HAZİNEYE “KAPİK” YOK!
Alın size bir ilginçlik daha…
1211 Sayılı Kanun”la kurulan Merkez Bankası’nın görevleri arasında, ülke ve hükümet menfaatlerini gözetmek gibi bir ifade varmış. Ama, yakın bir zamanda çıkarılmış bu madde. Ne zaman mı? Kemal Derviş, ABD’den ithal edildikten sonra. Hani, Meclis’te IMF’nin dayattığı 15 günde 15 yasa görüşmeleri vardı ya, işte o zaman !!!
4. Maddenin, 25.4.2001 tarih ve 4651 Sayılı Kanunla değiştirilen şeklinde, öyle bir ifade konulmuş ki, gel de dokun, dokunabilirsen Merkeze.
O madde, şöyleymiş:
Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler.
Durun, daha bitmedi. Merkez Bankası Kanununda değişiklik yapılmasına dair 25 Nisan 2001 tarihli ve 4651 sayılı bu Kanun’un 56. maddesi, 5 Kasım 2001 tarihinde yürürlüğe girmiş. Buna göre, Merkez Bankası, 5 Kasım 2001’den itibaren Hazine ile kamu kurum ve kuruluşlarına avans veremeyecek, kredi açamayacak bir hüvviyete büründürülmüş!
Düşünebiliyor musunuz?
Merkez Bankasındaki Hazinenin payı %51’dir ama, bankanın hazineye avans vermesi, ya da kredi açması engellenmiş!
Böylece bir anlamda başına buyruk bir hüvviyete büründürülmüş banka !!!
Bunu öğrenince, merakla sordum uzmanlara. Bu durumda hiç mi müdahale edilemez Merkez Bankası’na? Ne yani, devletten bağımsız bir kuruluş mu bu?
İşte dedi, olayın püf noktası bu soruda.
Devam etti;Evet, Merkez Bankası özerktir, ama bağımsız değildir. Türk Ticaret Kanununa tabidir. Hazine büyük ortak olarak eğer bir sakatlık görürse hesaplarını ibra etmeyebilir. Ya da olağanüstü kongre talebinde bulunur ve hesap sorabilir. Ama, her ne hikmetse, her kongrede ibra edilir bu hesaplar. Yani, aklarlar Merkez Bankası yönetimini, hesap sormazlar.
HAZİNENİN PAYI %55
Haa, 1930 yılında, yani Atatürk döneminde kurulan ve o yıllarda Devletin payının sadece %15 olduğu Merkez Bankası, hep böyle mi kalmış?
Elbette hayır!!!
Devletin ana damarı olan Merkez Bankası’nda 1931’den 1970’e kadar devletin %15, devlet dışındakilerin %85 hissesi vardı. 1970’de Devletin hissesi yüzde 51’e çıkarıldı.
2002’de iktidara gelen AK Parti Hükümeti ise, devletin payını %55”lere çıkardı.
Merkez Bankasında, Hazine ve Ziraat Bankası’nın dışında, başka banka ve kuruluşların toplam %13 hisseleri var. Hazine ve Ziraat’in toplam hisselerinin %74 olduğu düşünüldüğünde, geri kalan %12’lik hissenin kimlere ait olduğu bir sır gibi saklanıyor ve asla açıklanmıyor!!!
O hisseler, diğer bahsinde geçiyor ama o diğerler kimdir, belli değil!!!
YÜZDE 12 KİMLERİN?
Bu %12’de meselâ İngilizler’in, yada Rotschild veya Rockefeller ailelerinin payı var mıdır?
Yoksa niye açıklanmıyor?
Varsa niye açıklanmıyor?
Gördünüz ya, faizlerin yüksekliğinden ve cebimizdeki banknotlardan yola çıkıp, nerelere geldik?
Doğrusu, bu para denizinde kulaç ata ata yoruldum. Ve sordum kendi kendime,
Merkez Bankası bizim mi?
Bizimse paraların üzerinden niye “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” yazıyor?
Aidiyet eki olan “İ” nerede?
Ve ayrıca %55 pay sahibi olmasına rağmen, hazine, niye hesap soramıyor, faizleri niye düşürtemiyor?
Sözün özü; Özerkliğin de ötesinde bağımsızmı bu banka? Ya da kime, kimlere bağlı?
Hasan KARAKAYA / YENİ AKİT

27 Ocak 2015 Salı

Sıcak çay kanser yapıyor

Prof. Dr. Atilla Eroğlu, yemek borusu kanserinin nedenlerini mercek altına aldı. Türkiye’de ilk kez yapılan uluslararası çaptaki araştırmasında sıcak içilen çay, küflü peynir ve tandır dumanının yemek borusu kanserine yol açtığını ortaya koydu.
Yemek borusu kanseri (Özofagus), dünyada ‘İpek Yolu’ güzergahındaki ülkelerde, Türkiye’de de en çok Doğu Anadolu Bölgesi’nde görülüyor. Genel sindirim sistemi kanserleri içinde yemek borusu kanseri oranı yüzde 5-6 iken Doğu Anadolu Bölgesi’nde bu oran yüzde 20’leri buluyor.
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Yakutiye Araştırma Hastanesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Atilla Eroğlu da bu kanser türüyle ilgili olarak Türkiye’de ilk kez uluslararası çapta bir araştırmaya imza attı. Yemek borusu kanserinin bu kadar sık görülmesinin nedeni olarak beslenme alışkanlığını gösteren Prof. Dr. Eroğlu, Doğu’da son 25 yılda 42 bin 652 endoskopi yapıldığını, yüzde 3,4 oranında yani bin 462 kişinin yemek borusu kanserine yakalandığını belirledi.
508’İ AMELİYAT EDİLDİ
Çarpıcı sonuçlar elde ettiği araştırmasında bu hastalardan 508’inin ameliyat edildiğini tespit eden Prof. Dr. Eroğlu, 50 - 70 yaş arasındaki kanserli hastaların 720’sinin kadın (yüzde 49), 742’sinin erkek (yüzde 51) olduğunu kaydetti. 2000 yılından önce erkeklerin yüzde 58’inde, kadınların ise yüzde 42’sinde kanser görüldüğünü anlatan Prof. Dr. Eroğlu, son 15 yılda kadın hasta sayısının arttığını vurguladı.
SICAK ÇAY İÇMEYİN
Sıcak çay tüketiminin yemek borusu kanserine yol açtığını söyleyen Prof. Dr. Atilla Eroğlu, “Kadınlar çok çay içiyor, bundan dolayı oranlar yükseliyor. Demlikten boşaltır boşaltmaz hemen içiyorlar. Ayrıca taze sebze, meyvenin yetersiz tüketilmesi, tandır dumanına maruz kalmaları kadın oranlarının yükselmesine sebep oluyor” dedi.
KÜFLÜ PEYNİRDEN DE UZAK DURUN
Yemek borusu kanserine yol açan bir diğer sebebin de küflü peynir olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Eroğlu, halk arasında ‘antibiyotik’ etkisi olduğuna inanılan peynirin, karsinojen mikotoksin üreten mantarları bünyesinde barındırdığı ve yemek borusuna yerleştiğini ifade etti. Kadın sayısındaki artışın kendilerini daha farklı araştırmalara yönelttiğini söyleyen Prof. Dr. Atilla Eroğlu, ”Köylerde ekmek yapımında kullanılan tandırlardan çıkan dumana maruz kalmaları, taze sebze ve meyve ile zeytinyağı tüketmemeleri ve erkeklere oranla daha çok sıcak çay içmeleri kadınların yemek borusu kanserine daha çok yakalanmasına neden oluyor. Ayrıca şunu da söylemeliyim ki; sosyo-ekonomik durumumuzun iyileşmesine rağmen 25 yıldır kanser sayısında artış devam ediyor. Dünya, sosyo - ekonomik durumu kötü insanlarda bu kanserin daha yüksek olduğunu iddia ediyor ama öyle değil.
8 KAT KANSER RİSKİ VAR
İran’da sıcak çay içilmesiyle ilgili yapılan bir çalışmadan da söz eden Prof. Dr. Eroğlu, sıcak çayın 4 dakika beklemişi ile hiç beklenmeden hemen içilmesinin kanser riskini 8 kat artırdığını söyledi. Aslında çayın rahatlatıcı ve yararlı bir içecek olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Eroğlu, çayın ılıtılıp içilmesini tavsiye etti. Eroğlu ayrıca yemek borusu kanserlerinin obezite ya da mide ülserine sebep olan mikropla meydana geldiğini ya da yemek borusunun kendinden kaynaklanan tipiyle oluştuğunu belirterek, obeziteyle ilgili olan kanser tipinin Avrupa ve Amerika’da müthiş derecede arttığını dile getirdi. iha

25 Ocak 2015 Pazar

Ertuğrul Gazi

Babası Süleyman Şah(Gündüzalp),annesi Hayme Ana’dır.Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyuna mensuptur. Eşi Halime Hatun’dur. Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Bey’in babasıdır. Ertuğrul Gazi’nin diğer oğulları Saru Batu Savcı Bey ve Gündüz Bey’dir. Ertuğrul Gazi’nin kardeşleri ise Sungur TekinGündoğduve Dündar’dır.

Ruhî Tarihi'ne göre Ertuğrul Gazi veya atalarının önderliğindeki 340 kişilik Türk boyu, Selçuklular ile birlikte Türkistan'ı terkedip Anadolu'ya gelerek Engüri (günümüzde Ankara) civarındaki Karacadağ eteklerine yerleşti.1222-1230 yılları arasında, İznik İmparatoru III. Yannis Vatatzes ile Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad arasında Sultan Öyüğü ve Engürü civarında gerçekleşen mücadelelerden haberdar olan Ertuğrul Gazi, orduya hizmet amacıyla çarpışmalara katıldı, bu kapsamda Karacahisar'a yapılan kuşatmada yer aldı. Bunu memnuniyetle karşılayan I. Alâeddin Keykubad, Ertuğrul Gazi'yi akıncı başı yaptı. 1230 yılında, Harezmşahlarla yapılan Yassı Çemen Muharebesi ve Moğollarla yapılan Kösedağ Muharebesi sebebiyle I. Alâeddin Keykubad ile III. Yannis Vatatzes arasında barış sağlandı. Kısa süre sonra I. Alâeddin Keykubad, Ertuğrul Gazi veya atalarına Söğüt'ü kışlak, Domaniç'i yaylak olarak verdi. Ertuğrul Gazi akınlarına buradan devam ederken, I. Alâeddin Keykubad'ın ayrılmasının ardından Karacahisar elden çıktı. Bunun üzerine Ertuğrul Gazi, yerli tekfurlarla uzlaşma yoluna gitti.

Âşıkpaşazâde ise Ruhî Tarihindeki bu anlatılanları kısaltmış ve içeriğini değiştirerek, yaşananları Osman Bey dönemine nakletmiştir. Başka bir hikayeye göre ise Sürmeli Çukur (Aras Nehri vadisi) veya Ahlat'tan Engüri civarındaki Karacadağ eteklerine yerleşen Ertuğrul Gazi ve aşireti, burada bir süre kaldı ve İznik İmparatoru III. Yannis Vatatzes'e karşı I. Alâeddin Keykubad'ın ordusunde yer aldı. Ancak Moğol saldırıları sebebiyle I. Alâeddin Keykubad'ın Konya'ya dönmesinin ardından Ertuğrul Gazi'ye Söğüt'ü kışlak, Domaniç'i yaylak olarak tayin etti.

Ertuğrul Gazi’nin siyasi ve askeri dehası, cesareti, yiğitliği, zekâsı ve aksiyonunun bir sonucu olarak, XIII.asrın ortalarında Karacahisar ve Söğüt fethedildi. Selçuklu Sultanı I.Alâeddin Keykubat, bu fetihlerin sonucunda mükâfat olarak Domaniç, Söğüt ve çevresini kendisine yurt/mülk olarak verdi. Yazları Domaniç yaylalarında, kışları Söğüt’te geçiren Ertuğrul Gazi, Selçuklu Devleti’nin kuzey-batı uç sınırlarını en iyi şekilde koruyup, asayişi temin etti. Domaniç-Söğüt ve çevresine hâkim olduktan sonra, Bizans sınır boylarında bulunan diğer uç beyleriyle birlikte cihad ve gaza ile meşgul olmaya devam etti. Ertuğrul Gazi, komşu Bizans tekfurlarına (valilerine) karşı kazandığı parlak başarılarından dolayı “gazi” unvanı aldı.

Ertuğrul Gazi, yöneticiliği döneminde aşiretinin nüfusunun az olmasından dolayı barış merkezli, tedbirli ve ihtiyatlı bir siyaset izledi. Çevresinde bulunan Türkmen beylikleri ve Bizans (İnegöl-Karacahisar-Bilecik) tekfurlarıyla daima iyi geçinip onların durumlarını ve siyasi şartları gayet iyi değerlendirerek başında bulunduğu aşiretini ve idaresi altında yaşayanları sulh ve sükûn içinde yaşattı. Ertuğrul Gazi, emri altındaki topraklarda yaşayan halk tarafından çok sevilen ve sayılan bir kişiydi. Söğüt’teki Hıristiyan tebaası da Ertuğrul Gazi’yi yürekten seviyor ve sayıyordu. Yurt tuttuğu bölgede huzur ve güveni sağladı.

Ertuğrul Gazi, 1281 senesinde 93 yaşlarında iken Söğüt’te vefat etti. Ertuğrul Gazi'nin Söğüt'te, oğlu Osman Gazi tarafından yaptırılan bir türbesi bulunmaktadır. Her yıl eylül ayının 2.haftası pazar günü anma törenleriyapılmaktadır.

Oğlu Osman Gazi 1299 yılında, merkezi Söğüt olan Osmanlı Beyliği'ni kurdu.
 

24 Ocak 2015 Cumartesi

Türkiye satış fiyatı 25 bin TL olacak!

Rus devi AvtoVaz Lada Vesta üretimi için düğmeye bastı.

Kısa süre içerisinde test üretimi bitecek olanYeni Lada Vesta’nın seri üretimine Eylül ayında başlanması bekleniyor.
LADA VESTA TÜRKİYE SATIŞ FİYATI
Ürettiği uygun fiyatlı ve nispeten dayanıklı arabalarıyla tanınan LadaYeni Vesta’ları 6.100 USD ye satmayı planlıyor. Bu şartlar altında araba Türkiye’ye ulaştığında fiyatının 25 bin TL'den başlayacağı tahmin ediliyor.

Vesta modelinin üretim bandına 76 milyon dolar yatırım yapan AvtoVaz, test araçlarını birkaç hafta içerisinde tamamlamış olacak. Eylül ayında tanıtılacak araç 2016 başında Türkiye’de yola çıkabilecek.

 
Priora’nın yerini alacak olan Vesta test için gönderildiği Almanya’da da ABS ve denge testlerinden de başarıyla geçti. Önce hatchback tipi üretilecek olan arabanın sedan versiyonları daha sonra üretilecek.
Lada’nın bir başka çalışması olan Xray Cross’lar ise 7500 USD den başlayan fiyatlarla piyasaya sunulacak. Nissan, Renault ve AvtoVaz firmalarının deneyimlerini birleştirerek üretecekleri Xray modeli Sandero ve Duster modellerinden izler taşıyacak. 
Sürücü koltuğu yükseklik ayarı, tüm camlarda, koltuklarda, direksiyonda ve aynalarda ısıtma sistemi gibi özelliklere sahip olacak arabanın, Lada tarafından üretilen 1.4 litre 100 hp lik benzinli motorla yollara çıkması bekleniyor.otomobil.haber7

Kılıçdaroğlu'ndan tazminat kazandı

Kemal Kılıçdaroğlu, Melih Gökçek'e yönelik yaptığı konuşmasından dolayı tazminata mahkum edildi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek'e yönelik konuşmasından dolayı 6 bin lira tazminatödemeye mahkum edildiği bildirildi.
Ankara Büyükşehir Belediyesinden yapılan yazılı açıklamada, Kılıçdaroğlu'nun partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Gökçek'e yönelik beyanlarda bulunduğu hatırlatıldı.
Kişilik haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Gökçek adına açılan davanın gerekçeli hükmünün açıklandığı belirtilerek, Kılıçdaroğlu'nun, Gökçek'e yönelik sarf ettiği sözleri nedeniyle toplam 6 bin lira tazminat ödeyeceği bildirildi.
Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan Gökçek, Kılıçdaroğlu'nun iftira attığının mahkeme kararıyla tespit olduğunu ifade ederek, şunları kaydetti:
''Kendisi ile ilgili kazandığım tazminat davasının ardından bir de ceza davası açmayı düşünüyorum. Özellikle siyasetçiler, siyaseti düzgün yapmak isteyenler iddialarını ispatlamakla mükelleftirler. Kılıçdaroğlu, elinde bilgi ve belge olmadan iftiralarla bizi suçladı, mahkemeden de gerekli cevabı aldı.''
Kaynak : AA

İnternet yasağına son dakika düzenlemesi



TİB'e internet erişimi yasaklama yetkisi getiren kanun teklifi yenilendi.

Teklife göre öncelikle ilgili yayın kısım veya bölüme erişim engeli getirilecek. Ak Parti Konya Milletvekili Kerim Özkul tarafından verilen kanun teklifi yenilendi. TİB ancak Başbakanlık veya ilgili bakanlıkların talebi üzerine erişim engellemeye karar verebilecek. 
İlk teklifte yer alan tedbir uygulanmasına neden olan içerik çıkarılana kadar erişimin engellenmesi tedbirine devam edileceğine ilişkin hüküm metinden çıkartıldı.
Erişimin engellenmesi kararının önce ihlalin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgiliolarak içeriğe erişimin engellenmesi kararı verilecek.
İhlale ilişkin içeriğe erişimin engellenmesi mümkün olmaz veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla ihlal önlenemezse, ancak bu durumda internet sitesinin tümüne yönelik olarak erişimin engellenmesi kararı verilecek.     
Kaynak : Haber7

İran'dan Türk Lirası hamlesi

İran Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Gulamali Kamyab, ülkesinin artık yabancı ülkelerle ticari işlemlerinde dolar kullanmadığını açıkladı

İran Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Gulamali Kamyab, ülkesinin artık yabancı ülkelerle ticari işlemlerinde dolar kullanmadığını açıkladı. Kamyab, "İran artık yabancı ülkelerle ticari ve mali işlemlerinde Türk Lirası, Çin Yuanı, Rus Rublesi ve euro gibi diğer para birimlerini kullanıyor" dedi.

Tasnim Haber Ajansı'na konuşan Kemyab, ihracat ve ithalatta dolar yerine ticaret yapılan ülkelerin milli para birimlerinin kullanıldığını belirterek, "İran artık yabancı ülkelerle ticari ve mali işlemlerinde Türk Lirası, Çin Yuanı, Rus Rublesi, Güney Kore Wonu ve Avro gibi diğer para birimlerini kullanıyor" dedi. Kemyab, İran'ın bazı ülkelerle "döviz takas anlaşmaları" yapmayı planladığını da dile getirerek, söz konusu anlaşmaların İran ve diğer ülkeler arasındaki ticari ve ekonomik işlemleri kolaylaştıracağını ifade etti.

ÇİN'LE YUAN


İran, en büyük ticari ortaklarından Çin ile yaptığı petrol ticaretinde 2012'den beri dolar yerine Çin Yuanı kullanıyor. Diğer ticari ortaklarıyla da ticarette dolar kullanımından vazgeçme planları yapan İran'ın Petrol Bakanı Bicen Namdar Zengene, eylül ayında Tahran'da düzenlenen İran-Rusya Ekonomik İşbirliği Konseyi 11. Toplantısı'nda, Rusya ile ticarette dolar yerine riyal ve ruble kullanmayı planladıklarını bildirmişti. Türkiye ile İran arasında da milli para birimlerinin kullanılmasına ilişkin görüşemeler yapıldığı ve bu konuda olumlu gelişme kaydedildiği bildirilmişti.

4 MİLYAR DOLAR İHRACAT

Türkiye 2014 yılında İran'a  4 milyar dolarlık ihracat yaptı. İran geçen sene Türkiye'nin en çok ihracat yaptığı 9. ülke oldu.
Haber7

21 Ocak 2015 Çarşamba

40 Esma-i İdrisiyye Şerhi İsim ve Havassları


40 Esma-i İdrisiyye Şerhi İsim ve Havassları




40 Esma-i idrisiyye Şerhi isim ve Havassları
Esma-i idrisiyye Şerhi – 1. isim ve Havasları

«SÜBHANEKE LÂİLAHE İLLÂ ENTE YA RABBE KÜLLİ ŞEYİN VE VARİSEHÜ» (26)
Esmai İlâhiypden bir ismi şerifide «Ya Rabb» dır Yani (Ey terbiye eden).

18 Ocak 2015 Pazar

Üç gün üst üste oyun oynadı ve öldü!

Tayvanlı adam üç gün üst üste bir internet cafede oyun oynadıktan sonra öldü.

Kıyametin ayak sesleri

Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu A Haber’de yayınlanan Ergün Diler ve Bekir Hazar’ın yönetimindeki Yaz Boz’a özel açıklamalarda bulundu.

Kritik toplantının saati belli oldu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başkanlığında Bakanlar Kurulu yarın Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda toplanacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, başkanlığında gerçekleşecek olan Bakanlar Kurulu, yarın saat 11.00'de Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda gerçekleşecek. Toplantı, MGK'nın yapıldığı salonda olacak. Bakanlar Kuruluna 13.30'da öğle yemeği arası verilecek. Toplantı sonrası açıklama Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç tarafından yapılacak. 

15 Ocak 2015 Perşembe

2014 yılında bin 806 beyin ölümünden 407’si bağışlandı

Organ ve Doku Nakli Ulusal Koordinasyon Merkezi Sorumlusu Dr. Bahri Kemaloğlu, Türkiye’de 2014 yılında bin 806 tane beyin ölümü gerçekleştiğini ve bunlardan 407’sinin beyin ölümü gerçekleşen hastanın yakınları tarafından bağışlandığını söyledi.
Sağlık Bakanlığı ve Avrupa Birliği tarafından ortaklaşa yürütülen “Organ Bağışında Uyum İçin Teknik Yardım” isimli projenin eğitim aktiviteleri kapsamında Samsun Bölge Uzman Eğitimi başladı.
Samsun’da ikincisi düzenlenen ve Anemon Otel’de 15-17 Ocak tarihleri arasında yapılacak olan eğitime İl Sağlık Müdürü Dr. Yusuf Köksal, hastane başhekimleri ile Organ ve Doku Nakli Samsun Koordinasyon Merkezi bağlı 8 ilden 80 nöroloji, beyin cerrahi ve anestezi uzmanları katıldı.
2014 YILINDA BİN 806 BEYİN ÖLÜMÜNDEN 407’Sİ BAĞIŞLANDI
Eğitimde açılış konuşmasını yapan Organ ve Doku Nakli Ulusal Koordinasyon Merkezi Sorumlusu Dr. Bahri Kemaloğlu, “Organ bağışı özellikle organ nakli bekleyen hastalar açısından çok önemli bir konu. Çünkü organ nakli bekleyen bir hastanın tek tedavi şansı organ bağışı ile elde edilen organın nakledilmesi sonucunda tedavi edilmesidir. Burada organ bağış sayısını arttırarak gerek toplumda gerek sağlık çalışanlarında bir farkındalık oluşturarak organ bağışı sayısını arttırmak ve ülkenin herhangi bir yerinde ve herhangi bir hastanesinde organ bekleyen bir hastaya organ temin etmektir. Organ bağış sayılarına baktığımız zaman 2014 yılında bin 806 tane beyin ölümü tespiti yapılmış ve bunların 407 tane donör olmuş. Bekleyen hasta sayımız ise 24-25 bin civarında hastamız var. Bağış sayısıyla bunu kıyasladığımız zaman ihtiyacımız olanın çok gerisinde bir organ bağışı var. Organ bağışında en önemli nokta, beyin ölümü tespiti ile aile ile yapılacak olan görüşmedir. Bu konunun da en önemli zincirlerinden birisi de nörologlar, yoğun bakım uzmanlarıdır. Onlara bu konuda çok önemli görevler düşüyor. Samsun son yıllarda artan bir başarı göstermektedir” dedi.

Samsun’un organ bağışı konusunda Türkiye’nin başarılı illeri arasında olduğunu belirten Sağlık İl Müdürü Dr. Yusuf Köksal, “Son zamanlarda hem ülkemizde, hem bölgemizde ve hem de Samsun’da organ bağışı ile ilgili çok yoğun faaliyetler yürütülmektedir. Bu Bakanlığımızın önümüzü açmasıyla, bizleri heveslendirmesiyle oluyor. Bizde Bakanlığımızın bu faaliyetleri sonucunda son 1-1,5 yıl içersinde ilimizde ve bölgemizde çok önemli mesafeler kat ettik. Hem beyin ölümü tespitlerimiz hem organ bağışı sayımız hem de organ nakli yapılan hasta sayılarımız arttı. Biz bunu çok büyük sevinç ve gururla karşılıyoruz. Organ bağışında doktorlar ne organ bağışlayanı tanıyor ne de organların nakledildiği insanları tanıyor. Ama işin sonucunda belki 24-36 saat uykusuz kalıyorsunuz ama bu 36 saatin sonunda inanılmaz bir mutluluk hissediyorsunuz. Çünkü bağışlanan organlar ülkemizin veya bölgemizin herhangi bir yerinde insanlara umut olmaya ve onlara can katmaya devam ediyor. Samsun ve bölgemiz organ bağışı konusunda Türkiye’nin en başarılı illeri arasındadır” diye konuştu.
“GEÇTİĞİMİZ SENE ORGAN BEKLEME SIRASINDA 2 BİN KİŞİ HAYATINI KAYBETTİ”
Eğitim hakkında bilgi veren Organ ve Doku Nakli Samsun Bölge Koordinasyon Merkezi (BKM) Sorumlusu Dr. Mehmet Kazak, “Ulusal koordinasyon sistemimiz 2000 yılından beri faaliyettedir. Sağlık Bakanlığımız topu tüfeği ile bu işin içersinde. Ambulans uçakları, helikopterler, kara ambulansları, UMKE araçları ile hizmetimizde. Geçen sene organ bekleme sırasındaki 2 bin kişi hayatlarını kaybetti. Maalesef yeterli organımız olsaydı bu olmayacaktı. Ülkemizde donör yani aile bağış onayı yüzde 22’lerde. Bu İspanya’da ve Amerika’da yüzde 90’ları bulabiliyor. Biz bu oranı bir yükseltebilsek birçok insana hayat vereceğiz. Milyon başına donör olarak söylersek Türkiye ortalaması milyon başına yüzde 4.5, Avrupa’da ortalama milyon başına yüzde 20’dir. Bizim bölgemiz için de 2012 yılında 27, 2013 yılını 41 ve 2014 yılında da 43 donörle kapattık. 43 donörden de yaklaşık 120 tane organ ve dokuyu biz ülkemizin çeşitli nakil merkezlerindeki insanlarımıza gönderdik” şeklinde konuştu.
Konuşmaların ardından Giresun Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ülkü Aygen Türkmen, Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Gökhan Özdemir ve Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ahmet Dilek katılımcılara ‘Organ Bağışında Uyum için Teknik Yardım’ hakkında bilgiler verdi.

Kansızlıkla savaşan besinler!

Uzman Diyetisyen Şefika Aydın Selçuk kansızlığı önlemek için doğru beslenmenin önemli olduğunu belirtti.Demir eksikliğine bağlı kansızlık tedavisinde tüketilmesi gereken besinleri şöyle sıralıyor:
Türkiye’de demir yetersizliği anemisi görülme sıklığı giderek artıyor. Kansızlık özellikle çocuklarda, gebe ve emzikli kadınlarda sıklıkla ortaya çıkıyor. Uzman Diyetisyen Şefika Aydın Selçuk kansızlığı önlemek için doğru beslenmenin önemli olduğunu belirtti.Çocuklarda demir eksikliğine bağlı oluşan kansızlık; büyümeyi yavaşlatır, zeka gelişimini olumsuz etkiler ve enfeksiyonlara yakalanma riskini artırır. Bu nedenle anemide tedavi çok önemli.Kansızlık tedavisinde doğru seçilmiş bir beslenme modelinin de önemi büyüktür.Demir kaynaklı besinlerin yanı sıra, her öğünde bol yeşillik tercih edilmeli, demir kaynağı ıspanak yumurta ile pişirilmeli, kalsiyumdan zengin besinler ara öğünde tüketilmeli.
Demir eksikliğine bağlı kansızlık tedavisinde tüketilmesi gereken besinleri şöyle sıralıyor:
• Karaciğer, kırmızı et, tavuk ve balık eti
• Yumurta
• Üzüm ve pekmez
• Kuru baklagiller
• Kuru kayısı, kuru üzüm, kuru dut gibi kuru meyveler
• Yeşil yapraklı sebzeler ( ıspanak, pazı )
• Fındık, fıstık ve susam
Baklagilleri etle pişirin, yumurtayı portakal suyu ile tüketin !
Demir emilimini artırmanın önemli bir yolu bu besinleri C vitamini ile birlikte tüketmek.
• Her öğünde bol limonlu yeşillikler ve bu yeşilliklerden oluşan karışık bir salata, demir emilimi artırmaktadır.
• Yumurta tüketilirken yanına taze sıkılmış portakal veya greyfurt suyu tercih edilmesi, yumurtadaki demirin daha fazla emilmesini sağlamaktadır.
• Yumurta haşlama yerine kimi zaman menemen gibi pişirilip; yeşil, kırmızıbiber, domates ve soğanla C vitamini kazandırıldığında, demirin alımını artırılmış olur.
• Ispanak yanına yoğurt ile tüketildiğinde demir emilimi azalmaktadır. Ispanağın yumurta ile pişirilmesi ise biyoyararlılığını artırır.
• Kurubaklagil ve tahıllı yemekler; yanında mutlaka bol maydanozlu, marullu, domates ve limonlu salata ile tüketildiğinde, tahıl ve baklagillerin içindeki demir daha fazla emilir. Ayrıca bu besinler kıyma, parça et ya da tavukla pişirildiğinde demir alımı artmaktadır.
• Demir eksikliği ileri boyutta olan kişiler; süt, yoğurt ve ayran gibi kalsiyum içeren gıdaları yemeklerin yanına değil, ara öğünlerde tüketmelidir. Çünkü kalsiyumun demirin emilimini yavaşlatma özelliği vardır.
• Kahvaltılarda 1- 2 tatlı kaşığı kadar pekmez günlük demir ihtiyacının çoğunu karşılamaktadır. Özellikle keçiboynuzu pekmezi demir yüksek demir içerir.
• Ara öğünlerde; kuru meyvelerden kayısı, dut ve kuru üzüm, günlük demir alımına katkıda bulunur.
Yemeklerle çay ve kahve tüketmeyin
Çay ve kahveyi ara öğünlerde tüketmek gerekir. Özellikle çayda bulunan fitat ve tanenlerin demir emilimini azaltmamaları için, çayı açık ve limon sıkarak içmekte yarar vardır. iha

'Buzdolabında beklemeyiz’

Başbakan Ahmet Davutoğlu, 'Eğer AB bizi almazsa, biz de buzdolabında bekleyecek değiliz. Dondurulacağız mı dondurulmayacağız mı bakmayız ona. Tarih devam eder akar, geçmişte hep akmıştı. Tarih buna karar verir' dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Belçika’daki temasları kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Daimi Temsilciliği ve Friends of Europe’un ortak düzenlediği basın toplantısında açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin istikrarından söz eden Davutoğlu, “8 tane kırılgan devletin arasında Türkiye bir istikrar adasıdır. İkinci kategoride ise gelecek vizyonları olmayan ancak en azından kendi ülkelerindeki durumu kontrol edebilen ülkelerden bahsediyoruz. Bu ülkeler daha fazla statüko odaklıdır. Halkları için bir şey üretemezler ama en azından ne yükselirler ne de düşerler. Bir de üçüncü ülkeler vardır. Hem vizyonları yoktur hem de kendi ülkelerini yönetecek kapasiteleri yoktur. Ve bunlar gerçekten kırılgan ülkelerdir. Sadece kendileri için değil etrafları için de sıkıntı yaratırlar.
Bu dört tane sıkıntıyı sıraladıktan sonra dört boyut içerisinde Avrupa ve Türkiye’nin nasıl etkilendiğine atıfta bulunmak istiyorum. Bizim pozisyonumuz ne olmalıdır buna bakacağım. Sosyo- kültürel boyuta bakalım. Esasında bir çok şeyin temelinde bu var. Kimlikler değişiyor. Vatandaşlık Avrupa’da temel kriter, Türkiye’de her yerde böyle.
Ama bu vatandaşlık konsepti, kavramı, mefhumu sıkıntılarla karşılaşıyor. Bizler kapsayıcı kimliği altını çiziyorum kapsayıcı kimliği desteklemeliyiz. Çünkü çeşitlendirilmiş kimlikler bir ulus-devlet içerisinde veya bir kıta içerisinde varsa, bir tarafta PEGİDA üyeleri bir tarafta DEAŞ üyeleri var aynı Avrupa içerisinde, aynı mantalite. Evvelsi gün bir gazeteye mülakat vermiştim ve şunu söylemiştim: Bu PEGİDA’da da diğer tarafta da IŞİD veya DEAŞ bunların her ikisi de birbirine zıt mantaliteler ama birbirine çok yakın mantaliteler olarak duruyorlar. Çünkü kimlikte reverans çok dar bir halkayı içerisine alıyor. Bizim şu andaki en büyük sıkıntılarımızdan birisi bu. Türkiye için 20 sene önceki sıkıntıydı” dedi.
“ŞİMDİ KÜRTÇE SİYASİ PROPAGANDA BİLE YAPILABİLİYOR”
Göreve geldikten sonra her kesime yardımcı olduklarını belirten Davutoğlu, “Biz iktidara geldiğimiz zaman hükümet olarak, belki de en büyük sıkıntımız buydu. Çünkü Türkiye’de vatandaşlarımızın büyük bir kısmı siyasi süreçten dışlanmış hissediyorlardı kendilerini. Mesela gayrimüslim topluluklar, Türkiye’deki gayrimüslim topluluklar. Gayrimüslimlerin liderleri ile iki hafta önce bir akşam yemeği yedim ve bazı anekdotlar paylaştılar bizlerle kendilerini ve toplumlarını Türkiye’de eşit vatandaş olarak eskiden hissetmediklerini ama şimdi artık bunu böyle hissettiklerini söylediler.
Ben Dışişleri Bakanı olduğum zaman benim ilk yaptığım beyanlardan ve verdiğim talimatlardan bir tanesi şuydu. Bütün büyükelçilere Türkiye’deki dini liderler Patrikler de dahil olmak üzere ister Ermeni ister Süryani patriği olsun, bizim büyükelçilerimiz tarafından havaalanında karşılanacaklar ve ben Dışişleri Bakanı olarak gittiğimde nasıl karşılanıyorsam onlar da öyle karşılanacaklar dedim. Tabii bu zor geldi ilk başta. Birçok vakıf esasında 1930’larda onların hakları ellerinden alınmıştı ve 3-4 evvelinde şimdilerde onların hakları geri verildi. ‘Ben hiçbiriniz için azınlık demiyorum. Çünkü sizler eşit vatandaşlarınız. İster Musevi olsun ister Süryani olsun’ dedim.
Biz son 34-5 yıl içinde bunu başardık. İkinci grup Kürtler. Onlar için, Kürt dilini, Kürtçeyi akrabalarıyla veya başka yerlerde konuşma şansları yoktu. Birçok sınırlama ve kısıtlama vardı. TRT özel bir kanal açtı. TRT Şeş olarak açılmıştı ve artık TRT Kurdi oldu bu kanalın ismi. Anadolu’ya ben gittiğim zaman çok fazla konuşamıyorum ama bazen az da olsa konuşabiliyorum Kürtçe oradaki insanlarla. Şimdi Kürtçe siyasi propaganda bile yapılabiliyor. Bu kapsayıcılıktır. Hala bir sıkıntı var bu konuda. Ben Alevi toplumunun liderleriyle de bir araya geliyorum ve Alevi toplumunun kutsal mekanlarını da ziyaret ediyorum. İlk defa 1920’lerden sonra talepleri üzerine bütün Alevi klasikleri bizim tarafımızdan yayınlanıyor, basılıyor. Çünkü bu insanlar aynı vatandaşlık haklarına sahip, aynı tarihten geliyor ve aynı geleceğe gidiyoruz. Mütedeyyin insanların da benzer sıkıntıları vardı mesela başörtü sıkıntısı.
15 sene önce bir milletvekilimiz, seçilmiş bir milletvekili, halkın oyu ile gelmiş bir milletvekili parlamentoya gitmişti başörtüsü ile diğer bütün milletvekilleri ayağa kalkıp ona karşı bağırmışlardı ve onun parlamentoyu terk etmesini istemişleri ve bunu ona zorlamışlardı. Şimdi başörtülü veya başörtüsüz kıyafet olarak neyi istiyorsa bu kişisel bir tercih. Bizim varmak istediğimiz nokta, başarmak istediğimiz şey zaten bu, kapsayıcılık. Ama çok büyük bir ilerleme kaydettik bu konuda Türkiye’de elbette ki hala bunun üzerinde çalışıyoruz ama tarihin hiçbir zaman sonu yoktur” dedi.
“NERDE TERÖR OLSA KİM YAPARSA HANGİ SEBEPTEN DOLAYI BİZ ORADA OLACAĞIZ”
Teröre karşı durduklarını hatırlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:
“Her zaman sıkıntılar veya atılacak adımlar devam eder. Ama amacınız nedir, niyetiniz nedir. Nasıl bir toplum yaratmak istiyorsunuz. Bizim için bu bir ilke. Almanya’ya gittiğimde Türk toplum liderlerinden bazılarıyla bir araya gelmiştim ve İslamofobiyanın yükselişinden korktuklarını söylemişlerdi ve ben onlara söyledim. Berlin’deki yürüyüşe onlar da katılsın dedim ve bütün Türk liderler bu protesto gösterilerine katıldılar ve lanetleme gösterilene katıldılar. Şansölye Merkel’le konuştuğumuzda bunu dile getirdim ve kendisine şunun teminatını verdim.
Bütün Türkler orada olacaklar dedim, teröre karşı olacaklar dedim. Ama benim Dışişleri Bakanıyken yaşadığım en zor andı esasında. Almanya’ya gittiğimde 2012 yılı Aralık ayıydı. Bütün farklı şehirlerde ırkçı örgüt tarafından öldürülen insanların aileleriyle bir araya geldim ve onları ziyaret ettim. Ve gerçekten ilginç hikayeleri vardı. Polis, bu cinayetleri 7-8 öncesine soruşturduğunda amcasını kaybeden bir kadına şunu sormuşlardı. Kocanızı siz mi öldürdünüz diye veya kocanızı başkalarıyla birlikte mi öldürdünüz diye. Veya babanızdan, kocanızdan size bir miras mı kalıyor’ diye soruşturuyormuş polisler. Bunlar bir cinayet ve insanın içini acıtıyor. İnsanın içini daha çıtan ise şu; Türk halkı öyle bir algılanıyor ki bir kadın kocasını öldürebilir veya birbirini öldürebilir.
Ama hiç akıllarına gelmiyor bir ırkçı örgüt bunları katletti. İşte sıkıntı buradan kaynaklanır. İşte Paris’te de böyle, nerde terör olsa kim yaparsa hangi sebepten dolayı geliyorsa. Biz orada olacağız. Ona karşı. Ama aynı dayanışmayı görmek istiyoruz. Berlin’in merkezinde cami yakılıyor. Almanya’da geçtiğimiz yıl sadece 90’ın üzerinde cami saldırıya uğradı. Son 1-2 ay içinde onlarca cami saldırıya uğradı. Aynı dayanışmayı ben bu saldırılarda da görmek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde baktığımız zaman ben şunu söyledim. Biz şimdi ilk defa tarihimizde Süryani cemaatimiz için İstanbul’da kilise inşa edeceğiz. İstanbul’da Hristiyan cemaatin kiliseye ihtiyacı yok çünkü zaten kiliseleri var. Ama Süryani cemaati için orada özel bir kilise yapılması istendi ve Türkiye’deki Sinagoglar da koruma altında, korunacaklar.
Karaköy’deki büyük sinagog birkaç sene önce saldırıya uğramıştı. Ve sayın başbakanımız bizzat gitti oraya, ben dışişleri bakanı olarak oraya gittim ve Musevi cemaati. Oradaki insanlar yabancı değil ki onlar bu toprağın insanları, Müslümanlar gibi, Hristiyanlar gibi onlar da bu ülkenin evlatları. Vatandaşlığın kapsayıcılığı devletler için önemlidir ama daha da önemlisi şudur ki ‘Friends Of Europe’ organizasyonu gibi esasında Avrupalılık kimliğidir. Paris’te bir kişi bana şunu sordu. Avrupa, Türkiye.”
“SADECE TÜRKİYE DEĞİL, G-20 BAŞKANI OLARAK DA BURADAYIZ”
Modern Avrupa’nın bir parçası olduklarını ifade eden Davutoğlu, “Avrupalılar Türkiye’ye ve Türklere nasıl yaklaşmalı diye sordular ben, ‘Biz Avrupalılar dediğiniz zaman o bizin içerisinde zaten bütün Türkler de var. Hiç kimse bana diyemez ki bizler Avrupalılar ve siz Türkler’ bunu bana hiç kimse bu şekilde söyleyemez. Biz Avrupa Birliği’nin henüz üyesi değiliz, hala havaalanı üzerinde uçak gibi dönüyor, tur atıyoruz. Ben bugün Brüksel’e indim. Sayın başkan Tusk’la ve Juncker’le görüşmek için. Ama bizler Avrupa tarihinin ve modern çağdaş Avrupa’nın bir parçasıyız.
45 milyon Müslüman yaşıyor Avrupa’da. Ve 6 milyonun üzerinde neredeyse 7 milyon Türk yaşıyor Avrupa Birliği’nde. Bu insanlar burada yaşıyor ve geri dönmeyecekler. Üçüncü nesil, dördüncü nesil artık buradalar ve burada kalacaklar. Artık bizde kapsamlı bir Avrupalı kimliği istiyoruz. Ama Kutsal Roma Germen anlayışı varsa o Avrupa bitti. Özür dilerim ama o Avrupa bitti. Kutsal Roma Germen Avrupa’sı yok. Eğer 19. Yüzyıl Avrupa’sını anlamıyorsanız o zaman Londra’daki Pakistanlı ya da Hintlileri de anlayamazsınız. Cezayirli veya Kuzey Afrikalıları da anlayamazsınız. Elbette ki bu ülkeler Kuzey Avrupa Fransız işgalindeydi ve o insanlar şimdi Fransa vatandaşı. Roma milattan önce 3. yüzyılda sadece Romalılardan oluşuyordu ama daha sonra Roma siyasi kontrolünü büyüttükçe nerdeyse bütün Akdeniz ve Orta Doğu’da bir imparatorluk olunca İsa’dan sonra ikinci üçüncü yüzyıllarda, Roma içerisinde herkes vardı. Hıristiyanlar da vardı Museviler de vardı. Mantığı bu şekilde ben burayı kontrol edeceğim ama nüfus veya demografik değişme olmayacak. Bu mümkün değil.
Bizim şimdi odaklanmak zorunda olduğumuz konu kapsayıcı Avrupa’yı nasıl inşa edeceğiz? Türkiye Avrupa’nın bir parçası olarak sosyokültürel yapılarımızı nasıl daha fazla kapsayıcı yaparız? Bunu çalışıyoruz ve çalışmaya da devam edeceğiz. Etnik, dini veya mezhep geçmişine bakılmadan herkesi Türkiye içerisinde vatandaş kabul ediyoruz ve bu hep böyle. 16. Yüzyıl İstanbul’una bakın. 20 sene öncesiyle kıyaslandığında İstanbul daha da kozmopolit çünkü Avrupalılar da şimdi İstanbul’da yaşamayı seviyorlar. İkinci mesele ekonomik mesele. Bu esasında ilk saymış olduğum meseleyle alakalı. Gerçekçi olmak zorundayız. G-20’nin başkanı olarak da buradayız. Sadece Türkiye Cumhuriyeti başkanı olarak değil, dönem başkanı olarak da buradayım. G-20 içerisinde esasında bizler dünya ekonomisinin geleceğinin ne olacağını da tartıştık” dedi.
“HEDEFİMİZ GERÇEKTEN GENEL OLARAK DÜNYADA YÜZDE 2’LİK BİR YILLIK BÜYÜME”
Hedeflerinin yüzde 2’lik büyüme olduğunu kaydeden Davutoğlu, “Hedefimiz gerçekten genel olarak dünyada yüzde 2’lik bir yıllık büyüme. Bu gerçekten mütevazi bir hedef. Dünya ticaretinin artması lazım. Dünya ticareti sürekli yüzde 6, yüzde 7 büyüyordu ve şu anda bu ne yazık ki yüzde 3’lerde, yüzde 4’lerde. Bizim ortak sıkıntımız bu. Ama bu problem herhangi bir ülke için izole bir sorun mudur? Hayır, tüm dünyanın meselesidir.
2008’den sonra şimdi zaten dünyanın her yerinde aynı şey var, Avrupa da çalışıyor biz bu sorunu nasıl çözeriz diye. Yine gerçekçi olmak zorundayız, demografik olarak Avrupa bu sıkıntıya cevap vermeye hazır değil çünkü dinle kıyaslandığında veya daha genç nüfusa sahip ülkelerle kıyaslandığında Avrupa’nın ekonomik olarak istikrarlı olduğunu görüyoruz. Son 200 yıl içerisinde ekonomik merkez olduğunu görüyoruz. Ama şimdi bu sıkıntıya girdi ve önümüzdeki 50 yıl süresince Avrupa münferit olarak değil ama hep bir bütün olarak ekonomik bir merkez haline gelmeye devam edecek. Geçmişe bakın ama Britanya dediğimiz imparatorluk da böyleydi ama sonradan düşüşe geçti. 1990’lara bakıyoruz, o zaman dünya ekonomisinde bir ekonomik patlama yaşandı. Dünyada büyüme gerçekleşti. ABD’de Clinton dönemiydi bu. Ama Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 1991 yılında 2700 dolar civarındaydı. 2002 yılında bir iktidara geldiğimiz zamanda neredeyse aynıydı.
Yani Türkiye 90’larda maalesef yerinde saydı. Ama daha sonraki 12 yıl içerisinde 4 katına çıktı bizim kişi başına düşen milli gelirimiz. Dünya ekonomisinde resesyon yaşanan bu 6 yıl içerisinde bile biz büyümeye devam ettik. Bu bir başarıydı ve hala göstergelerimiz, Türkiye ekonomisi içerisinde şunu gösteriyor, Türk ekonomisi sürdürülebilir büyümeyi, sürdürülebilir kalkınmayı devam ettirecek. Burada sadece büyüme veya kalkınma demiyorum, sürdürülebilir bir büyüme yaşamaya devam edeceğiz. Petrole bağımlı ülkelere baktığımızda o ülkelerin hükümetleri ülkelerin geleceğine karar vermiyor. Ülkenin ekonomik yapısı tamamen petrolün düşmesine veya yükselmesine bağlı.
Dolayısıyla petrol fiyatları artarsa geliriniz artar, petrol fiyatları düşerse azalır. Ülke ismi vermek istemiyorum şu anda birçok ülke bunu yaşıyor siz de tahmin ediyorsunuzdur. Türkiye’nin farkı şu, son 12 yıl içerisinde biz herhangi bir petrol yahut doğalgaz kaynağı keşfetmedik ülkemizde. Ve hiç kimse bize yüz milyarlarca dolar da vermedi ya da hibe etmedi Avrupa içerisinde olduğu gibi. Çünkü Avrupa içerisinde bazı ülkelere o para pompalaması yapıldı. Ama bizim gelirimiz 230 milyar dolardan 830 milyar dolara çıktı ve hala da artmaya devam ediyor. Çünkü bu reel bir büyüme, gerçek bir büyüme. Bu bizim ulusumuzun çalışmasının eseri, bu alın terimizin emeği. Bunu tehlikeye atamayız, bundan ödün veremeyiz. Bu ülkemizin alın teridir. Ve Avrupa içerisinde bu bir sıkıntıdır” diye konuştu.
“1929 EKONOMİK KRİZİNDEN SONRA NELER YAŞANDIĞINI UNUTMAYIN”
Sürdürülebilir kalkınma için çalışacaklarını kaydeden Davutoğlu, şunları kaydetti:
“Sürdürülebilir kalkınma nasıl sağlanacak. Bugün birçok gazetede resesyon geliyor başlığını gördüm. Hayır resesyon zaten gelmiş. Resesyon zaten var, daha da kötüye gidiyor. Birinci sıkıntıyla ikinci sıkıntı arasındaki ilişkiye baktığımızda 1929 ekonomik krizinden sonra neler yaşandığını unutmayın lütfen. Avrupa kıtasında ırkçılık yükselişe geçti.
Şimdi de bir ekonomik kriz yaşandı ve şunu hissediyorsanız bundan biz sorumlu değiliz diyorsanız peki kim sorumlusu? 1930’larda Naziler Yahudileri suçladılar. Şimdi Pegida da Müslümanları suçluyor. Bu iki mantık arasında hiçbir fark yok. Tarihi bağlam içerisinde, tarihi benzerlik içerisinde baktığımız zaman eğer işsizlik başlıyorsa hemen dışlayıcı bir yaklaşım ortaya çıkıyor sosyal yapı içerisinde. 1990’larda Türkiye’de ekonomik kriz yaşandı ve hükümet demedi ki biz başarısız olduk. Başka birçok faktöre suçu atmıştı. Şimdi aynısı burada Avrupa içerisinde yaşanıyor. Ekonomik açıdan, kıtamızın geleceği ne olacak? Aynı ekonomik zenginliği çeşitlendirilmiş Avrupalı kimliği için siz yaratamıyorsanız o zaman çatışma olacak. Türkiye içinde bir vizyonumuz var. Kapsayıcı ziyaret ve sürdürülebilir kalkınma vizyonu. Üçüncü mesele sosyokültürel parametrelerle birlikte siyasi sıkıntı. Siyasi mesele demokratik istikrardır. İstikrar esasında birçok ülkede var çünkü neredeyse 20 sene 30 sene hiçbir seçime girmeden bazı liderler ülkeleri yönetiyorlar ve o ülkede istikrar var deniyor.”
“EĞER DEMOKRATİK İSTİKRARINIZ YOKSA EKONOMİK POLİTİKANIZ DA OLAMAZ”
Ekonomik politika olmadan demokratik istikrarın olamayacağını ifade eden Davutoğlu, “O istikrar meşruiyet testinden geçemez. Bazı yerlerde demokrasi var istikrar yok. Ben yanlış bir izlenim vermek istemiyorum hiçbir ülke için ama geçtiğimiz yıl nisan veya mayıs ayında NATO toplantısında, AB toplantıları içerisinde, gerçekten yaşlı hissettim kendimi çünkü son 4 yıldan beri Dışişleri Bakanlığı yapan sadece birkaç kişi kalmıştık. Yani ben 5 sene içerisinde bir ülkede 7 tane dışişleri bakanı gördüm. Aynı ülkeden 4-5 yıl içerisinde 7 tane bakan değişmiş.
Normalde demokratik süreçte bakanların süresi ya 4 yıldır ya 5 yıldır. Bir ülkede 7 bakan değişmiş, bir başka ülke de 6 bakan değişmiş, bir başka ülkede 5 bakan değişmiş. 1994 yılında Türkiye’de de böyle oluyordu. Benim dışişleri bakanı yaptığım odanın önünde eski bakanların fotoğrafları var. 1994-1996 yılları arasında 5 ya da 6 bakanın resmi var. Beden? Çünkü istikrar yoktu. Eğer demokratik istikrarınız yoksa ekonomik politikanız da olamaz, sürdürülebilir kalkınmanız da olabilir. 1990’lardan bunları öğrendik, dersimizi aldık. Koalisyon hükümetleri vardı ve ekonomik politikamız yoktu, yani hiçbir politikamız yoktu esasında. Şimdi Avrupa’nın yaşadığı sıkıntı da bu. Birçok ülkede demokratik istikrar bu sınavları geçemiyor. Gelecek daha da riskli çünkü bazı ülkelerde solcular ve sağcılar, popülist hareketlere giriyorlar ve AB’yi reddediyorlar. Şu şekilde veya bu şekilde ebetteki Yunan halkının seçimidir. Kim iktidara gelirse bizim makamdaşımız o olur, saygı duyuyoruz.
Ama Yüksek Düzeyli stratejik İşbirliği için Yunanistan’daydım. Yunanistan’da ve komşu ülkelerde bir sonraki seçimler o aşırı uçlar iktidara gelirse ne olacak diye düşünüyorlar. Bazı ülkelerde ultra nasyonalist gruplar parlamentoyu bloke ediyorlar. Avrupa Parlamentosu içerisinde dahi son seçimlerde bu trendlerin bazılarının yükselişe geçtiğini gördük. Bunun sadece ideolojik değil ekonomik sebebi de var bana sorarsanız. Ekonomiden kaynaklanıyor çünkü ekonomik politikalar ve yaşanan krizler belli sosyal reaksiyonlar yaratıyor ve bu siyasi fraksiyonlar da sosyal patlamaları kendi siyasi ideoloji ve amaçları için kullanıyorlar” şeklinde konuştu.
“BİZİM İÇİN TÜRKİYE’DE DEMOKRATİK İSTİKRAR KAVRAMI ELZEM BİR TEMELDİR”
Yıllarca Türkiye’nin askeri vesayetten çok yıprandığını ifade eden Davutoğlu, şunları söyledi:
“Bizim için Türkiye’de demokratik istikrar kavramı elzem bir temeldir. Çünkü biz on yıllar boyunca askeri vesayetin olduğu yapılarda yaşadık. Ben o dönemler üniversite öğrencisi olarak darbeye karşı çıkıyordum ve 82 referandumunda çok ince bir zarf içerisinde iki tane oy verme hakkınız vardı. Yani siz oyunuzu ‘Hayır’ diye mührünüzü bastığınız zaman zaten o koyu bir renkte oluyordu ve zarflar da o kadar inceydi ki dışarıdan görünüyordu. Dolayısıyla o nesillerden şimdi geldiğimiz noktada demokrasi Türkiye için gerçekten çok büyük bir temeldir. İki seçinde alın teri ile halkının desteğini alıp gelmiş bir hükümeti, askeri bir darbe ile veya başka bir şekilde yıkamazsınız.
Türkiye’de şu an ilişkiler çok iyi ama bazı başka çevreler adli yapı içinde, polisin içinde veya belli başka yerlerde yapılar yaratmaya çalışıp bizi yıkmaya çalıştılar. Ama bunu yapmak istiyorsanız Anadolu’daki tüm köylere gitmeniz lazım ve hane hane dolaşıp oy istemeniz lazım. Hiç kimse halkın iradesi dışında, halkın sağladığı meşruiyet dışında hiçbir vücut kullanıp iktidara gelemez. Geçtiğimiz yıl biz bunu yaşadık. Biz esasında askeri darbelere hazırlıklıydık. Çünkü geçmişte bunun bağışıklığını kazanmıştık. Şimdi sivil askeri ilişkilerimiz mükemmel ama şaşırtıcı bir şekilde bürokrasi içinde teşkilatlanmış bir gruptan bunu gördük. Çünkü askeri darbelerde biz şunu görüyoruz.
Emniyet kuvveleri adli kuvvetlerle birlikte darbeyi yaparsa herkesi her şeyle suçlayıp her şeyle cezalandırabilirler. Herkese istedikleri cezayı verebilirler. Ve bizim için sıkıntılardan bir tanesi buydu ve biz bekleyelim demedik bu sıkıntı ile yüzleştik. Son 12 yıl içerisinde 3 genel seçim yaşadık, 2 yerel seçim yaşadık, 2 referandum yaşadık. Ve bunların tamamında bizim partimiz yüzde 48’in üzerinde, bazen yüzde 50’nin üzerinde oy aldı. Ve bütün seçimlerden galip çıktı, bizim için sınav budur. Dışarıdan bizi kimde yargılayamaz, içeriden de bizi kimse yargılayamaz, sadece halkımız yargılar. Demokratik istikrar, demokratik değerler, bizim istikrarımız halkımızın sınavından geçmiştir. Geçtiğimiz yıl genel seçimler onsun, yerel seçimler olsun bunu gördük. Şimdi yeni Başbakan olarak ve partinin genel başkanı olarak Haziran ayında ben de seçimlere gireceğim,”
“TÜRKİYE’NİN SINIRLARI GÜVENLİ İSE AVRUPA’NIN DA SINIRLARI GÜVENLİDİR”
Türkiye’nin NATO’nun önemli bir üyesi olduğuna vurgu yapan Davutoğlu, “İnsanlar bizi seviyorlarsa bize oy verebilirler, sevmiyorlarsa başkalarına oy verebilirler. Tüm istatistiklere, tüm kamuoyu araştırmalarına göre bizim oyumuz hala. yükselmekte. Çünkü biz halkımız için bir zenginlik yarattık. Çünkü halkımızın kişi başına düşen milli gelir 4 kat arttı. 2002 yılında 60 bin otomobil satılıyordu şimdi Türkiye’de her yıl yüz binlerce otomobil satılıyor. 2002 yılında halkımızın yüzde 3’üne yakın bir kesimi günde 1 dolara yakın gelire sahipti. Halkın yüzde 10’u yüzde 15’i günde 3 dolardan daha az kazanıyordu ama bugün gerçekten bu rakamları neredeyse sıfıra indirdik. Bundan sonra ne olacağına insanlar karar verecek. Hepimizin yüzleşmesi gereken sıkıntı budur veya mesela budur.
Demokratik istikrar hem Türkiye için hem de Avrupa için tek çözümdür. Planladığımdan daha uzun sürüyor konuşmama ama teorik analizimi tamamlamam gerekiyor. Bitirmezsem gözüme uygu girmez. Dördüncü sıkıntı ise güvenlik sıkıntısıdır. Bu da bizim en başta bahsetmiş olduğumuz komşuluk bölgemizden kaynaklanıyor. Esasında Avrupa’nın komşuluk bölgesi Türkiye’nin de komşuluk bölgesidir. Türkiye’nin sınırları Avrupa’nın güvenlik sınırlarıdır. Soğuk Savaş zamanında da böyleydi çünkü Sovyet tehdidi vardı. Ama şimdi terörizm tehdidinden dolayı, diktatör rejimlerinden dolayı Türkiye’nin sınırları Avrupa’nın güvenlik sınırıdır. Biz Almanya’ya, Hollanda’ya ve ABD’ye müteşekkiriz. Çünkü Patriot Füzelerini Türkiye’nin korunması için konuşlandırdılar. Türkiye NATO toprağıdır ve Suriye rejimine karşı yapıldı. İspanya’ya da teşekkür ediyoruz çünkü Hollandalılar bataryaları çektikten sonra İspanyollar gönderdiler. Türkiye’nin sınırları güvenli ise Avrupa’nın da sınırları güvenlidir. Eğer Avrupa güvenliyse biz de güvenliyiz. Yani iki farklı konseptten bahsetmiyorum.
Bu komşuluk çerçevesi içerisinde 3 tane mesela var. Bir tanesi, insani mesele. Şimdi Brüksel’deyiz ben sizlerden şunu istiyorum. Bu demokratik istikrarı, ekonomik büyümeyi sağladık ve bunları sağlarken bir negatif faktörümüz daha vardı. Suriye’den ve Irak’tan 2 milyon sığınmacı Türkiye’ye geldi. Belçika ile kıyaslayın lütfen. Belçika ölçeğinde bu nüfusu kıyaslayın. Bu insani krizi de insaniyet namına biz göğüsledik. 5 milyar dolar para harcadık şu ana kadar” dedi.
“KÜÇÜK BİR ASYA’YIZ, KÜÇÜK BİR ORTA DOĞU’YUZ, KÜÇÜK BİR AVRUPA’YIZ BİZ”
Suriye’den Türkiye’ye gelen mültecilere de dikkat çeken Davutoğlu, “Sadece kamplar için yani sosyal maliyeti hesaba katmıyoruz bile çünkü Suriyeli mültecilerin belli şehirlerde var olmasından dolayı sosyal maliyet çıktı. Bazı şehirlerimizdeki Suriyeli nüfusu Türk nüfusunu geçti. Ama ben gurur duyuyorum, iftihar ediyorum. Ulusumun, ülkemin ve sınır şehirlerimizde yaşayan halkımızın gösterdiği bu tavırdan dolayı. Ben soruyorum Avrupa’da 2 milyon Suriyeli Avrupa’ya gelmiş olsaydı Suriye karşıtı kaç tane sıkıntınız olurdu sosyal patlamanız olurdu. Ama Türkiye’de vicdan var.
Bizde Arap karşıtı bir beslenme, Suriye karşıtı bir beslenme yok. Çünkü biz tüm bu tarihi olayların merkezinde olan bir ülkeyiz. 500 bin Kürt bir gecede Türkiye’ye gelmişti Saddam Hüseyin’den kaçarak ve biz kapılarımı açtık. Miloseviç Bosna halkını katlederken biz Boşnaklara da kapımızı açtık. Kosova’da savaş varken Arnavutlar geldi. Çeçenistan’da savaş varken Çeçenler geldi. Abhazya’da savaş varken Abhazlar geldi, Gürcüler geldi ve Türkiye esasinde Balkanlar’daki bütün ülkeleri içinde bulunduruyor. Abartmıyorum gerçekten Arnavutluk’ta yaşayan Arnavut’tan çok Arnavut Türkiye’de yaşıyor. Aynı şey Boşnaklar yahut Abhazlar için de geçerli. Neredeyse Gürcistan’da yaşayan Gürcülerle Türkiye’de yaşayan Gürcüler birbirine yakın. Küçük bir Asya’yız, küçük bir Orta Doğu’yuz, küçük bir Avrupa’yız biz. 300 bin 400 bin Uygur Türkiye’de yaşıyor çünkü Mao zamanında oradan kaçtılar ve geldiler. Ve tüm bu insani mevzularla ilgileniyoruz biz. Ve binlerce kilometre öteden o insanlar bize geliyorlar.
Ama ne var bizde? Bizde sağlam bir insaniyet var. Ben Dışişleri Bakanıyken de suçlandım sayın Cumhurbaşkanı başbakanken suçlandı bu politika için. Bize sınırı kapatın dediler. Ama bizde dedik ki demeye de devam ediyoruz Brüksel’de her yerde, ne olursa olsun biz o sınırı kapatmayacağız. Eğer karşı taraftan bir kadın kaçıp bize geliyorsa, çocuklar geliyorsa, annesi babası öldürülmüş çocuklar Türkiye’ye sığınıyorsa o kapı açık kalacak. Biz o sınırı onlara açacağız ama sınırımızı yabancı savaşçılara, teröristlere karşı o sınırı hep kapatacağız. 1295 kilometrelik bir sınırımız var Suriye ve Irak’la birlikte. Ve tabi pratik olarak sınırın tamamını kontrol etmeniz mümkün değil ama ülke içinde istikrarımız var” diye konuştu.
“3 GÜN İÇERİSİNDE 197 BİN SIĞINMACIYI KOBANİ’DEN TÜRKİYE’YE KABUL ETTİK”
Kobani konusunda haksız yere eleştirildiklerini ifade eden Davutoğlu, “İnsani açıdan Suriyelilere ve Iraklılara yardım ediyoruz ve hala suçlanıyoruz. Bu reva değil. Lütfen sizde bu soruyu sorabilirsiniz. Belçika’dasınız ve komşuluk sorunu yaşamıyorsunuz. Güvenli bir yerdesiniz. Bir tarafınızda Hollandalılar var, diğer tarafta Fransa, Lüksemburg var. Şöyle düşünün birdenbire herkes size sormayan ülkesini terk edip Brüksel’de yaşamaya geliyor. Ve sizinde bunu hazırlığınız, planınız yok. 50 bin 60 bin kişiyi absorbe edebilirsiniz ama 2 milyon kişiyi düşünün. Ama biz bunları planladık. Gelen insanların hepsi tıbbi eğitim alıyor. Sonuç olarak bu tehlikeli bir komşuluk bölgesi.
Suriye değil Libya, Irak, Mısır, Gürcistan’da sürekli olarak Abhazya meselesinden dolayı gergin bir durum var ve biz Ankara’dayız. Her sabah ben o dünya küresini döndürüyorum ve ona baktığımda çok zor kararlar vermek durumundayız. Her gün zor kararlar, alınması zor kararlar. Buradan insanlar gelecek mi? Ya da Kobani’dekilere nasıl yardım edeceğiz? Uluslar arası medya Kobani yüzünden Türkiye’yi çok suçladı. Tamam peki bugün Kobanililer nerede yaşıyorlar? 200 bin Kobanili insan nerededir? Almanya’dalar mı, Belçika’ya mı geldiler? Hayır hepsi Türkiye’de. 200 bin Kobanili 3 gün içerisinde 197 bin sığınmacıyı Kobani’den Türkiye’ye kabul ettik. Yani tamam övgü istemiyoruz ama en azından yermeyin. En azından adil olun. Türkiye olmasaydı Kobani’nin yanında ne olacaktı o insanlara? Veya Türkiye’de başka bir hükümet olsaydı insani vicdana sahip olmayan bir hükümet olsaydı ve o sınırı kapatsaydı ne olacaktı? Uluslar arası camia bunu anlamalı. Orada yaşanmış olan sıkıntının ne kadar büyük olduğunun farkına varmalı. Türkiye ve Avrupa olarak ne yapmamız lazım.
Birlikte Avrupa içerisinde eğer Türkiye AB’nin üyesi olsaydı bugün potansiyel olarak çok daha büyük istikrar sağlayıcı bir unsur olacaktı bölgede. Ve AB’nin de çok daha güçlü olacağını söylemek istiyorum özellikle de etrafındaki gelişmeler konusunda. Türkiye AB’ye üye olmuş olsaydı 2007’de, 2008’de bu gerçekleşmiş olsaydı ikisi de çok daha dinamik olacaktı bugün. Geçtiğimiz yıl biz Türkiye’de 1.7 milyon yeni istihdam yarattık. Avrupa’da kaç milyon kişi işsiz kaldı. Türkiye AB’ye üye olmuş olsaydı, bugün Avrupalı kimliği çok daha kapsayıcı olacaktı. Yeni bir dünyaya ihtiyacımız var, yeni bir Avrupa’ya, yeni bir Türkiye’ye ihtiyacımız var. Sosyopolitik kapsayıcılığa dayalı olarak bunu yapmamız lazım. Ekonomide sürdürülebilir kalkınma, demokratik istikrar, siyasette ve gerçek adil bir bölgesel düzen olması lazım bölgemizde. İşte bu bağlamda Türkiye AB için bir kıymettir. Ve AB de Türkiye için stratejik bir hedeftir” şeklinde konuştu.
“TÜRKİYE DÜNYADA 7. TERCİH EDİLEN DESTİNASYON”
Davutoğlu, “Avrupa Suriye krizinde yapıcı olmak için ne yapabilir?” sorusu üzerine, “Hiçbir ekonomi kapalı ekonomi değildir. Herkes şunu bilir: başka ekonomide ne oluyor ve onun kendisine etkisi nedir bunu bilir. OCC’den, Dünya Bankası’ndan, IMF’den ve diğer kaynaklardan raporları tabi ki takip ediyoruz. Türk ekonomisinin görünümü gerçekten açıktır. Ekonomik krize rağmen Türkiye’nin duruşu belli. En büyük mesela cari açık ve geçtiğimiz aylarda da tabi ki petrol fiyatlarının da azalmasıyla cari açığımız azalıyor, enflasyonumuz azalıyor 8.1’di geçtiğimiz ay ve azalmaya da devam edecek. Türkiye ekonomisi, Avrupa Ekonomileri ile kıyaslandığında Bütçe disiplinimiz gerçekten örnek teşkil edecek bir karakteridir. Çok daha iyiyiz o noktada. Masia kriterleri ki yüzde 3’tür.
Onun çok daha altındayız yüzde 1’in altındayız. Bu krizler noktasında hiçbir Türk bankası bırakın çökmeyi sıkıntı dahi yaşamadı. Çünkü finans sektörümüz çok kuvvetli, bütçe disiplinimiz var ve sanayi üretimimiz artıyor. Bazı sektörlerde Türkiye dünyada ilk 10’da yer alıyor. Türkiye dünyada 7. Tercih edilen destinasyon, Avrupa’da içinde 1. Tarım üreticisiyiz ve dünyada 7.’yiz. bizler üretiyoruz, daha fazla satıyoruz. 2002 yılında 36 milyar dolar olan ihracat 158 milyar dolarlık bir ihracata ulaştı. Ben bu rakamları niye veriyorum çünkü biz bunu sesli bir şekilde dile getirmesek bile bir insanın birazcık da olsa tarafsızlığı varsa istatistiklere bakıp bunu söyleyebilir. Anadolu kaplanları evet var, benim memleketimde de var, bir çok yerde var. Yerel ekonomi yükselişte ama bazı şeyleri sesli olarak dile getirmemiz lazım.
Biz Türkler kamu diplomasisinde çok iyi değiliz, bu zaaflarımızdan bir tanesi. Dolayısıyla herhangi negatif bir haber veya kampanya var olduğunda, ortaya çıktığında buna karşı reaksiyon göstermediğimiz zaman o galebe çalıyor. İkinci mesele genişlemenin durdurulmasıyla ilgili bir konuydu. Elbette dondurulmayı istemiyoruz. Ben bugün Juncker ile konuştuğum zaman dondurma dediğinde neyi kastediyor bunu da soracağım. Açıklığa kavuşturulması lazım daha fazla izahat gerekiyor. Siz tarihi, tarihin akışını donduramazsınız ki. Bazen tarih size ne yapmanız gerektiğini dikte eder. Tarihi ve zamanı donduramayacağınız için son 6 yıldır dinamik olarak devam eden bir süreci de dondurmanız mümkün değil. Ben buna inanıyorum, söylediğim de bu. Tarih bunun kararını verecek ve bir gün Avrupalı liderler Türkiye’nin liderliğinin ne kadar önemli olduğunu anlayacaklar” ifadelerini kullandı.
“EĞER AB BİZİ ALMAZSA DA BİZ DE BUZDOLABINDA BEKLEMEYİZ”
AB üyeliği hakkında da konuşan Davutoğlu, “Kopenhag Zirvesi gerçekleşirken ben başdanışmandım, daha sonra Dışişleri Bakanı oldum ve şimdi de Başbakan olarak bu konuları takip ediyorum. O yıllarda Türkiye ekonomik olarak zayıf görülüyordu ve Avrupa’ya bir yük olacak deniliyordu. Şimdi ise Türkiye’nin çok kuvvetli olduğu söyleniyor. Türkiye AB’ye girerse sorun yaşarız diyorlar, Türkiye’nin nüfusu çok yüksek diyorlar çünkü Avrupa Parlamentosunun 3’te 1’i Türkiye’ye geçer diyorlar. Eğer Avrupa Birliği’nin 3’te 1’ini biz oluşturacaksak, Avrupa Parlamentosunun da 3’te 1’ini biz oluşturacağız. Bu matematiktir bunda gücenecek bir şey yok.
Sayın Juncker’i kastetmiyorum burada daha önceki makamdaşını kastediyorum. Bu özgüven meselesi. Birini kabul etme konusunda gergin davranıyorsanız o bir zafiyet göstergesidir ve kendinize güvenmediğinizin ifadesidir. Kendinize güveniyorsanız bizi alırsınız. AB bizi alırsa AB de mutlu olur, biz de mutlu oluruz. Dinamizmi ile Türkiye bir kıymet olarak ortaya çıkar. Eğer AB bizi almazsa da biz de buzdolabında beklemeyiz. Dondurulacağız mı dondurulmayacağız mı bakmayız ona. Tarih devam eder akar, geçmişte hep akmıştı. Tarih buna karar verir. Gelecekte ne olacağına tarih karar verir ama realisttik olarak şunu söylüyorum: Samimi bir şekilde, açık bir şekilde söylüyorum. Zaten 2-3 senedir süreç donmuş vaziyette maalesef. Son 2-3 yıl içinde kaç fasıl açıldı, sadece bir tane. Bu fasılları bizim açma konusundan hazır olmadığımızdan mı kaynaklanıyordu. Hayır. Bugün blokajlar kaldırılsın, ertesi gün biz belki bütün fasılları açabiliriz ve birçoğunu ertesi gün kapatabiliriz de. Yine ülke ismi vermek istemiyorum. Türkiye’nin performansı AB içerisindeki ülkelerle kıyas bile götüremez. Biz kendimize güveniyoruz, biz kendimizden eminiz. Bu fasılların açılması ile alakalı bir karar bekliyoruz. Açılırsa bile biz bunları tamamlarız ama tabi ki AB’nin kararıdır” dedi.
“IRAK’TA OLAN BİTEN HER ŞEY TERÖRDEN DOLAYI KAYNAKLANIYOR”
Irak ve Suriye’yle birçok anlaşma yaptıklarını ifade eden Davutoğlu, “Arap Baharı öncesinde, 2010 yılıydı Ortadoğu’daki komşuluk bölgesi için bizim 4 tane prensibimiz vardı. Gelecekte yüksek düzeyde siyasi diyalog ve dolayısıyla tüm komşularımızla yüksek düzeyli işbirliği mekanizmaları oluşturmuştuk. Musul Sünni bir şehirmiş, Basra Şii bir şehriymiş, Erbil Kürt şehriymiş, Kerkük Türkmen şehriymiş bunlara hiç bakmadık. Bizim tarihimizde etnik bazlı şehir kültürü yok. Üçüncüsü, ortak bir güvenlik çerçevesi, dördüncüsü ekonomik olarak karşılıklı bağımlılık. Dolayısıyla Irak’la bir günde 52 anlaşma imzaladık, 48 tane de Suriye ile. Türkiye, Suriye, Lübnan, Ürdün olarak 4 ülke için vizesiz serbest ticaret bölgesi oluşturmak istiyorduk. Bizim vizyonumuz buydu ve hala böyle bir vizyonumuz var ama maalesef muhatabımız kalmadı. Irak’ta bir değişiklik oldu.
haydar Abadi geldiğinde ben de Irak’a gittim yeni bir başlangıç oldu. Geçtiğimiz ay kendisi de Türkiye’ye geldi ve biz geleceğimiz için yeni bir başlangıca imza attık. Çünkü Irak’ta olan biten her şey terörden dolayı kaynaklanıyor ama daha önceki Başbakan Maliki’nin mezhepçi politikalarından da kaynaklanıyor. Biz bir muhatap bulduğumuzda adımlarımızı atar ileriye doğru gideriz. Bizim komşuluk bölgelerimizde yaşadığımız sıkıntılar bunlar. Tarihin akışı içerisinde rejimlerin vahşetlerine rağmen, terörist tehditlere rağmen Türkiye yine yeni Ortadoğu ile, yeni Balkanlar ile, yeni Kafkaslar ile ekonomik karşılıklı bağımız ilkesi üzerinde çalışmaya devam edecek. Bizim vizyonumuz bu, buna ulaşacağız” dedi.
“TÜRKİYE TİCARETİN ÖNÜNE ENGEL KOYAN BİR ÜLKE DEĞİL”
Türkiye’nin işbirliği mekanizmalarının üst düzeyde olduğunu ifade eden Davutoğlu, “Türkiye ticaretin önüne engel koyan bir ülke değil. Gasprom’un açıklamasıyla alakalı olarak da elbette Türkiye hem Ukrayna’ya hem de Rusya’ya komşu olan tek Avrupa ülkesi ve dolayısıyla bizim işbirliği mekanizmalarımız var üst düzeyde ve Türkiye’nin Ukrayna politikası aynıdır. Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne saygı duyan bir politikadır. Ukrayna’yla mükemmel ilişkilerimiz var.
Aynı zamanda Rusya’yla da mükemmel ilişkilerimiz var. Bu enerji konusunda elbette ki herhangi bir sıkıntı yaşanırsa Ukrayna arasında gaz transferi konusunda mutlu olmayız. Ama Türkiye zaten Rus gazının Batı akım projesinde Ukrayna’yla da beraber çalışıyor bu bizi de etkiler. Diğer taraftan Türkiye Rusya’dan başka bir boru hattı almak durumunda kalacak ama bu sıkıntı çözülür diye umuyoruz. Ama enerji Türk ekonomisi için temel mesele. Ve bizim enerji faturamız neyse, cari açığımızda o kadar 60 milyar dolar. Türkiye büyüyen bir ekonomi ve esasında daha fazla ekonomiye de ihtiyacımız var. Daha fazla enerjiye ihtiyacımız var. Türkiye’ye herhangi bir yerden gelecek olan herhangi bir güzergah varsa Türkiye buna açıktır” dedi.
“Ukrayna’ya alternatif olarak söylemiyorum gelecek olan Azerbaycan’la beraber TANAP var. Irak’la birçok projemiz var, İran’la var” diyen Davutoğlu, şunları söyledi:
“Dolayısıyla umuyoruz ki Türkiye ile Avrupa arasındaki enerji işbirliği daha da etkili olacak ama Türkiye’nin işbirliğine ihtiyaç duyan Avrupa Birliği ile enerji faslını açmıyor. İşte bunu anlamıyorum. Arap Baharıyla ilgili biz AB’den ne bekliyorduk. Biz dünyadan demokrasiyi desteklemesini bekliyorduk. Çok ilginç ve bazen de benim için stresliydi. Çünkü Mısır’da bir darbe oldu AB bakanlarıyla birlikte ben görüşüyorum ve onlara lütfen demokrasiye yardımcı olun diyorum. Askeri rejimi seçilmiş bir cumhurbaşkanını deviren askeri rejime destek vermeyin diyorum ama herkes bana Mısır’ın özel bir vaka olduğunu, daha vakit olduğunu söylüyorlar. Esasında Türk liderleri 1980’lerde askeri darbe olduğunda AB’ye aynı böyle söylüyordu işte. O zaman Avrupalılar bizi eleştiriyordu ki haklıydılar.
Bizim liderlerimiz diyordu ki Türkiye İsviçre değildir. Türkiye’nin zaman ihtiyacı var. Kaç yıl 10 yıl mı 20 yıl mı 100 yıl mı hiç kimse bilmiyor. Gelecekte herhangi bir zaman. Biz bunu bekliyoruz. Biz Avrupa’dan demokrasiyi Doğu Avrupa’da nasıl finanse ettiyseniz ki çok büyük bir başarı oldu 90’larda AB, ABD, Türkiye hep birlikte biz genç demokrasileri Ortadoğu’da finanse edebilirdik ve esasında terörle savaştan çok daha ucuza gelirdi. Şimdi milyarlarca doları terörle mücadele konusunda mülteci sorunlarını çözme konusunda harcıyoruz. 500 milyon dolar biz yardım yaptık Tunus hükümetine hükümette kim var ona bakmadan. Hala devam ediyoruz desteğimize.
Kredimizi hala Tunus’a kullandırıyoruz. Mısır’da ilk seçimlerden sonra 2 milyar dolar kredi verdik. Ama maalesef uluslar arası camia genel olarak ve özelde AB bir gözlemci haline geldi. Bu devletler nasıl çökecek bunlara seyirci oldu. Demokrasiyi desteklemedi biz kendimizi terör saldırılarına karşı nasıl müdafaa ederiz buna odaklandılar. Bütün ülkeler aslında yardımcı olabilirdi. Bölgedeki en sorunlu ülkelere baktığımızda P5 ülkeleri. Bir ülkede 300 bin kişi öldürülüyorsa, kimyasal silah kullanılıyorsa, 10 milyon kişi ülke içinde yerinden yurdundan ediliyorsa 3 milyon kişi ülkeyi terk etmek zorunda kalıyorsa buna karşı da bir tane dahi BM Güvenlik Konseyi kararı çıkmıyorsa yapacak bir şey yok.
Biz tabiî ki komşu olarak bedelini ödüyoruz ama diğerleri geleceğe karar veriyorlar. İşte bu nedenle burada sorumluluk önce P5’in üzerindedir daha sonra da güçlerin üzerindedir. Avrupalı Gençler olarak da herhangi bir teklifiniz varsa lütfen bize bu teklifi verin biz buna açığız. Hangi projeniz varsa bize bunu verin ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı o projeye destek olacaktır.”iha